21 Mart 2008 Cuma

Din Kavramı

DİN

Hayatı şekillendiren temel öğelerin başında yer alan din olgusu, insanların fıtratlarında var olagelmiş ve toplumları şekillendirmiştir. Herhangi bir toplumun ilah, ibadet, peygamber, kitap vs. inanışları o toplumun ruhî, ahlakî yapısını ve hatta mimarisini dahi etkilemektedir. Din olgusu insanları yönlendirmekte, aynı zamanda bu olguyu kişi de istediği gibi yönlendirebilmektedir. Ayrıca din olgusu, insanı içten kuşatan bir sistem olduğu için en güçlü kanunların dahi yaptırım gücünden daha kuvvetlidir. Bu açıdan din kavramını doğru bir şekilde anlamak önemini anlamak ile eş değerdir.Din kelimesi kökü itibariyle; üstünlük, egemenlik, itaat, emir, köle ve itaatkâr olacak şekilde kendisini zorlayıcı bir kuvvete teslim etme, onun hâkimiyet ve otoritesi altında olma, şeriat, yol, kanun, millet, adet, hesaba çekme, ceza veya mükâfat verme anlamlarına gelmektedir, İslam öncesi dönemde arapların din kelimesine yükledikleri anlamlar da bu şekildeydi. Ancak Kur'an-ı Kerimin nazil olmasıyla hem bu anlamları kapsayacak hem de daha belirgin ve nitelikli anlamlar kazanmasını sağlayacak şekilde bir kullanım uygulanmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de din kelimesinin kullanımı şu şekildedir:

1. Hâkimiyet, yüce egemenlik ve bu otoriteye itaat edip boyun eğmek anlamında:

"De ki: Ben dinimi yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum." 39/11

"Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler olarak) sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başka şeyle emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur." 98/5

Bu ayetlerde ve daha pek çok ayette dini Allah'a has kılmak ifadesi vurgulanarak hüküm ve otoritede Allah'tan başka hiçbir varlığa boyun eğilmemesi, kulluğun yalnızca O'na yöneltilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

2. Hâkimiyetin sonucu olarak ortaya çıkan fikri ve ameli nizam, bu nizama uyulduğu takdirde karşılaşılacak olan mükâfat ve ceza sistemi anlamında.

Mekke döneminin ilk zamanlarında nazil olan, din kelimesinin geçtiği ayetlerde de daha çok ceza, hesap günü anlamında "yevmu'd-din" ifadesi kullanılmıştır. Bu tabir ilk inen ayetlerin muhtevasına uygun olarak kişinin iman ve ameline göre ahirette hesaba çekileceğini ifade etmektedir.

" Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah'ın dini(ni uygulama) konusundaSizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya mü'minlerden bir grup da şahit bulunsun." 24/2"

Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar Benim lanetim senin üzerinedir." 38/78

Bir hayat nizamı olarak Allah'ın koymuş olduğu hükümlere tabi olursak Allah'ın dinine mensup olduğumuz ancak başka kişi ve kurumların düzenine tabi olursak da onların dini üzerine olduğumuz önemle vurgulanmış, hesabın buna göre yapılacağı belirtilmiştir. Ayrıca bu ayetler bizlere tevhid ve küfür dininin sınırlarını da çizmektedir.

3. İslam dışındaki tüm beşeri sistemler de Kur'an'da din olarak geçmektedir.

"Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutkularına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." 2/120

"Sizin dininiz size, benim dinim bana." 109/6

Ancak din kelimesinin, Kur'an'da geçtiği yerlere bakıldığında islam dini ve diğer dinler için kullanıldığı yerlerin fark edilmesini sağlayacak bir gramer kuralının uygulandığı görülür.

Kur'an-ı Kerim'de İslamiyet'ten bahsedilen ayetlerde "ed-din" ifadesiyle belirli, herkesin bildiği bir din anlamına gelecek bir kullanıma başvurulurken, İslam'dan başka insanların hayatlarına yön veren nizamlar, takip ettikleri yollar, şeriatlar içinde Allah'u Teâlâ sadece "din" ifadesini kullanarak belirlilik ifadesini kaldırmıştır.

Tüm ilahi ve beşeri hayat nizamlarını kapsayan din kavramının kelime anlamlarından hareketle yapılabilecek en doğru ıstılahî tanımlardan biri üstad Mevdudi'ye aittir:

"Her ne olursa olsun, kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği, itaatini ve uyulmasını kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile bağlı bulunduğu, kendisine itaat etmede büyüklük, mükâfat ve derecelerle ilerleme sunduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü sonuçtan korktuğu bir hayat nizamı."

Kur'an terminolojisine baktığımızda dinsizlik ifadesinin yer almadığını görmekteyiz. Günümüzde ateist olarak bilinen "tanrı tanımaz" insanın asla dinsiz olmadığı, çeşitli otoritelerin boyunduruğunda yer alacağından o kişi ve kurumların dini üzerine olduğu kesindir.Kur'an-ı Kerim'de din kavramının geçtiği ayetlerin çoğu 'tevhid dini' anlamındadır. Bu anlam içerisinde hem Allah'ın hâkimiyeti, otoritesi, hükmünün üstünlüğü, hem bu üstünlüğe kulların boyun eğip itaat etmeleri, hem de Allah'tan gelen hüküm, kanun ve şeriat konularına değinilmiştir.

"Hacc bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı farz eder (yerine getirirse, (bilsin ki) haccda kadına yaklaşmak, fısk yapmak ve kavgaya girişmek yoktur. Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, Ben'den korkup-sakının." 2/197

Allah'ın tekliğine dayanan 'tevhid dini', son peygamber Hz. Muhammed'in ilk uygulayıcılığını ve örnekliğini yaparak insanlara ulaştırdığı, Allah'ın kulları için seçtiği ve kurallarını belirlediği İslam'dır.

"Bütün dinlere üstün kılmak üzere peygamberini doğruluk rehberi olan Kur'an ve hak din ile gönderen O'dur." 48/28

Tarih boyunca diğer peygamberler de tevhidî sisteme dayanan hayat şeklini insanlara aktarmak için görevlendirilmiştir.

"Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyette bulundu.)" 2/13

Allah'u Teâlâ insanlar için en uygun yaşam şeklinin bu olduğunu ve islam dışında seçilen diğer dinlerin hiçbir şekilde kabul olmayacağını da vurgulamıştır.

"Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. 0 ahirette de kaybedenlerdendir."3/85

Aynı zamanda bu ayetle kitapları ayrı olan, ancak dinlerinin ilahi kaynaklı olduğunu savunarak cennete gireceklerini söyleyen ehli kitabın durumlarına da açıklık getirilmiştir. Kur'an'ı Kerim ehli kitabın kitaplarının tahrif olduğu, tutum ve davranışlarının da doğru olmadığını belirterek, onları "hak dine", İslam'a davete muhatap kılmıştır.

"Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle ayrılmıştır."2/256

Ayette geçen ifadesiyle, kişinin iradesine bağlı seçme özgürlüğüne hiç kimsenin müdahale etmeye yetkisinin olmadığıdır. Bu esas, dini davetin de esasını oluşturmaktadır. Nitekim Medine döneminde oluşan devlette bu ilkedoğrultusunda Müslüman olmayan halkın özgürce yaşamasına müsaade edilmiş, onların hakları da gözetilmiştir. Müslümanların ilk şehir devletinde gayri Müslimlere gösterilen muamele bugüne kadar mevcut hiçbir düzende o günkü kadar doğru oturtulamamıştır. Ancak dinde zorlama olmasa da bütün usullerdenenmeli, İslam'a davetin önemi unutulmamalıdır,

"De ki ey kâfirler: ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana."109/1-6

Mekke döneminde müşriklerin Hz. Peygamber'e yaptıkları uzlaşma teklifiyle İslam'ın uzlaşmaya yaklaşımı kesin bir şekilde belirlenmiştir. Allah'ın dinini direk olarak inkâr etmeyerek O'na ortaklar koşan çıkar amaçlı bir din anlayışıyla getirdikleri bu teklife, Allah'u Teâlâ dinde asla tavizin olamayacağını belirterek bu tür tekliflere karşı her dönemde alınması gereken tavrı belirtmiştir. Nitekim Allah'u Teâlâ onlara seslenerek küfür ve hak dinin hiçbir şekilde bir arada olamayacağını vurguluyor.Kur'an'da din kavramın geçtiği ayetler incelendiğinde, dinin salt İnsan-Allah ilişkisine dayanmadığını bu ilişkinin yanında insan-insan, insan-evren ilişkilerinin temeline de din anlayışının hâkim olması gerektiğinin önemle vurgulandığı görülür.Allah'u Teâlâ'nın biz kulları için belirlemiş olduğu din; hayatı bütünüyle kuşatan, toplumsal ilişkilerin nasıl olması, hangi değerlere dayanması, toplumsal sorunlara karşıtakınılacak tavır ve çözümleri konusunda hem Kur'an'ı Kerim'in hem de Hz. Peygamberin örnekliğini içermektedir. Nitekim Hz. Peygamber kişi ve Allah arasında olması gereken ilişkinin toplumsal ilişkilerle iç içe olacağının, toplumdan soyutlanarak yapılan salt ibadet ve zikrin İslam'ın amaçladığı bir hayat nizamı olmadığını belirtmiştir. O İslam dininin şahitliğini savaşlarıyla, aile hayatıyla, arkadaş ilişkileriyle, siyasi ilişkileriyle ve tabi ki ibadetleriyle ortaya koymuştur.

"Allah'ın dini için savaşılması" (2/193, 8/39),

"Dininize uyandan başkasına inanmayın"(3/73),

"Eğer onlar tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse sizin din kardeşiniz olurlar."(9/11)

ayetlerinde de açıkça belirtildiği üzere insanlarla ilişkilerimizin nasıl olması gerektiği konusu ve gerektiğinde Allah adına savaşmanın da İslam dininin bir hükmü olduğu, sosyal-siyasal ilişkilerin dinden ayrılmaz bir bütün oluşturduğu belirtiliyor.Çok uzak olmayan bir geçmişe kadar din hayatın her alanını yönlendiren en güçlü olgulardan biriydi. Doğu, İslami özellikler taşıyan devletlerin beşiğiyken Batının kapılarına dayanacak kadar güçlenmiştir. Ortaçağ Avrupası da en az krallar kadar güçlü ve etkin papalara şahitlik etmiştir. Ancak engizisyon mahkemeleri, endülüjans uygulaması, düşünce özgürlüğünün olmaması, her türlü ahlaksızlığa bulaşmış ve servet içinde yüzen ruhban sınıfı Avrupa toplumlarında ciddi tepkilerin doğmasına neden olmuş ve büyük değişimler yaşanmıştır. Özellikle reform hareketlerinden sonra kiliseye duyulan güvensizlik sonucu din hayattan, siyasetten soyutlanmaya başlanmıştır.

Halklar din adınasömürünün yıkıldığı ancak aklı esas alarak ortaya çıkan başka bir yaşantının sömürüsüne mahkûm edilmişlerdir. Avrupa toplumlarının yaşadığı bu değişim laiklik adı altında bütün dünyaya empoze edilerek dinin hayata müdahalesi engellenmiştir. Pratik hayatta hiçbir karşılığı bulunmayan ve sadece vicdanlara hapsedilmiş bir din anlayışı ne Kur'an'da Müslümanların hayatlarına hâkim kılmaları istenilen din anlayışına uygundur ne de Hz. Muhammed'in sünnetine Hz. Adem'den başlayan mücadele iki dinin tevhid ve küfür dinin mücadelesi olmuştur. İnsan, yaşanmaya layık yegane din İslam ve beşeri sisteme dayalı, çıkar amaçlı bir din olan küfür sistemi arasında bir tercih yapmak zorundadır. Hak dinin kaynağı Allah'tır ve dolayısıyla kaynağı insan olan bütün dinlere galip gelecektir.

"Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki O'nu(hak din olan İslamı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile."61/9)

Kaynakça
1. Kur'an'da Dört Terim, Ebu'l Ala Mevdudi, Beyan Yayınları, 1998, İstanbul
2. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:9, "Din'mad., 1994, İstanbul
3. Tefhimu'l Kur'an, Ebu'l Ala Mevdudi, İnsan Yayınları, 1986, İstanbul
4. Fizilalil-Kur'an, Prof. Seyyid Kutub, Hikmet Yayınları
5. El-Müfredat, Ragıp el- İsfahani, Çıra Yayınları, 2006, İstanbul
6. İslam'ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece, Beyan Yayınlan, 2000, İstanbul

TÂGÛT


Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur.
Önce kelime üzerinde duralım. Arapça bir kelime olan tâgût, iştikaak itibariyle tuğyan ile ilgilidir. Tuğyan ise; Allahû Teâla (cc)'ya isyan etmek mânâsınadır.ı Tefsir-i Mücahid'de tâgûlun ismi has olduğu ve çoğulunun da, tekilinin de aynı olduğu kayıtlıdır. İmam-ı Muhammed İbn-i Cerir, tâgûtu şu şekilde tarif etmektedir: "Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur."2 Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması mahiyetini değiştirmez.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Andolsun ki, biz her kavme: `Allah'a ibadet edin, tâgûta kulluktan kaçının!' diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir."3 buyurulmaktadır. İnsanlar "kul olma" hususunda istisnasız uyarılmışlardır. "İman edenler Allah yolunda cihad ederler, küfredenler ise tâgût yolunda savaşırlar"4 âyet-i kerimesinde de beyan buyurulduğu gibi, insanlar "ya Allah'a ibadet edecek, veya tâgût'a kul olacaktır"5 bu iki yolun dışında üçüncü bir hâl yoktur.
Kur'ân-ı Kerim de "Sana indirilen Kur'ân a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz misin? Onlar tâgûtun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tâgûtu inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardır"(6) buyurulmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim deki bütün bu âyetleri ve mütevatir sünnetleri dikkate alarak şu hususu belirtmekte fayda vardır. Tâgûtun hükümlerine boyun eğenler ve râzı olanlar, kâfirlerdir. Nitekim İbn-i Kesir bu hususta şunları kaydediyor: "Bu ayet-i kerimede (Nisâ sûresi: 60) Hz. Muhammed (sav)'e ve diğer peygamberlere iman ettiklerini söyleyip, bununla beraber ihtilaf ettikleri hususlarda, Allah'ın kitabından ve Peygamber'in (sav) sünnetinden ictinap edip, insanların kendi akıllarına göre (beşeri kanunlarla) hüküm vermesini istiyen kişinin iman iddiasını Allahû Teâla (cc) reddetmektedir."(7).
Bugün dünyada; vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler, Allah (cc)'ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad etmektedirler. Dolayısıyle bütün demokratik sistemler, bu noktada "tâgûtî" özellikler taşırlar. Bu bir anlamda bütün ideolojik sistemler için geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslâm dışındaki bütün sistemler, tâgûtîdir. Tâgûtların hükümlerine göre yönetilen bütün yerler de dâru'1-harp durumundadır. O beldelerde yaşayan mü'minlerin Allah (cc)'ın indirdiği hükümlerin gâlip gelmesi uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır." Şurası unutulmamalıdır ki, tâgûtun hükümlerine "evet" diyenler, Allahû Teâla (cc)'nın dinine küfretmek durumundadırlar. Bunu ister bilerek-ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü Hz. Âdem (as)'den itibaren bütün peygamberlerin insanlara; "Allah'a ibadet edin, tâgûta kulluktan kaçının" diye tebligat yaptıkları "muhkem âyetlerle" sabittir.
Tâgûtun hükümlerini inkâr etmeyen ve tâgûtî güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, "müsteşrik" çizgisini asla geçemez.
KAYNAKLAR :
(1) Râğıb el-Isfahani, Müfredat. "Ta-ğa" mad. (Nakleden: Tevhid Gazetesi, 21 Mayıs 1979, Sayı: 22, sh.6).
(2)Muhammed ibn-i Cerir, Camiû'I Beyan fi Tefsirû'l Kur'ân, Mısır 1324, Meymeniyye Mtb. c. III, sh.13.
(3)Nahl sûresi: 36.
(4)Nisâ sûresi: 76.
(5)Hüsnü Aktaş, Medeni Vahşet, Ank.1981,(53. bsm.)sh.140,"Evet, sadece İki Yol" başlıklı bölüm.
(6)Nisa sûresi: 60.
(7)İbn-i Kesir, Tefsirû'l-Kur'ân'il-Azîm, Beyrut,1969, Dâru'1-Marife Yay. c. I, sh.519.

Kelime-i Tevhid (Kavram)


Bir anlamda İslam dairesinin kapısıdır. Onları gönülden söylemeden islamı kabul etmek mümkün değildir. Tevhid birleme, O’nun bir ve tek olduğunu söyleme anlamına gelir...
TEMEL KAVRAMLAR ( KELİME-İ TEVHİD ) Peygamber ( S.A.V ) islamın beş temel üzerine bina edildiğini bunun birincisinin ‘Şehadet’ getirmek olduğunu söylemiştir. (1)
“ Lâ ilâhe illallah” şehadeti, bu diin ilk itikadi rüknüdür. Hayat için eksiksiz bir düzenin ifadesidir.Bu düzen, Allah’tan başkasına fikri ve ameli bakımından ibadet etme boyunduruğundan kurtuluş demektir. Böyle bir kurtuluş herkesin eşit olduğu Salih ve kerim bir toplumun gerçekleştirilmesi yolunda atılan ilk adımdır. (2)
Bir anlamda İslam dairesinin kapısıdır. Onları gönülden söylemeden islamı kabul etmek mümkün değildir. Tevhid birleme, O’nun bir ve tek olduğunu söyleme anlamına gelir. İslam “Tevhid” dinidir. Tek Allah inancına dayanır. Evreni ve içindekileri o yaratmıştır. İlahlığında ve Rabliğinde ortağı yoktur. Sonsuz güç ve kudret sahibidir. Dünyadaki ve içindeki her şeyin idare ediciside O’dur. Hüküm ve mülk her şey O’nundur. Lâ ilâhe illallah diyerek bu gibi özellikleri kabul etmiş oluruz. Bu cümle imanla küfür arasında kesin bir çizgidir. Bu cümleyle doğruluğunu tasdik edenin dünyadaki yaşayış biçimi; konumu, hangi ahlak üzerine olduğunu ve hangi dinin ilkelerine uyup hangi anlayış doğrultusunda yaşayacağını belli eder. (3)
Bir kelime söyleniyor. Meleklerin saltanatları sarsılıyordu. Bu cümleyle rahat rahatsız oluyorlar. Bu cümleyi söyleyen herkesi düşman biliyorlardı. Peki neden ? Çünkü tevhid kelimesini söyleyen herkes bütün ilahları bütün put düzenlerini, sistemlerini ve bunların adına uydurulmuş bütün kanunları ve ananeleri benim ilahım Allah (c.c) yalnızca kanun koyucum O’dur. Ondan başka ilah yoktur. Hüküm yalnızca ona aittir. Demenin imzasını atıyordu la ilâhe illâllâh diyerek.
Kelime-i Tevhid’in ikinci kısmı, H.z Muhammed ( S.A.V)’in Allah’ın (c.c) resulü ( elçisi ) olduğunu kabul etmektir. Bu kabul ediş veya inanma, Allah’tan başka ilah olmadığını kabul etmenin tamamlayıcısıdır.Kendinden başka ilah olmayan alemlerin Rabbi Allah (c.c), kendine ait haberleri, varlığının delilerini ve ayetlerini bir elçi aracılığıyla insanlara duyurur. O, yarattığı bütün insanların kendi Rabliğini bilmelerini ve yalnızca kendisine kulluk etmelerini istemektedir. Bunu da insanlar arasında seçtiği elçilerde onlara bildirmektedir. Tevhid kelimesini söyleyen bir kimse (S.A.V)’in din olarak öğrettiği, anlattığı ve yaşadığı herşeyi kabul eder. Bu esaslara itiraz etmez, o esaslara uygun olarak yaşamaya söz verir. Tevhid kelimesi H.z Muhammed’in peygamberliğini ve O’nun tebliğ ettiği şeriat esaslarını da kapsar. “ Ben H.z Muhammed’i Allah’ın son elçisi olarak kabul ediyorum demek, O’nunla gelen dini ve bu Din’e ait bütün ilkeleri ve esasları kabul ediyorum hayatımı bu ilkelere göre yaşamaya çalışacağım demektir.
İnsandaki ruh ise İslam’da lâ ilâhe illallah O’dur. İnsan bedeninde ruh görnmez, ama onu canlı tutar, ayakta olmasını sağlar. Ruh ucup gidince insan ölü haline ( ceset şekline ) döner. Lâ ilahe illallah İslam bedenini ayakta tutan şeydir. O olmayınca beden ölü gibidir. Bütün inanmayanlar bu anlamda ruhsuz ceset gibidirler. Ne zaman lâ ilahe illallah’ı kabul ederlerse cesetlerine hayat gelir. Onlara ruh üflenmiş gibi dirilirler. Hatalar ve unutkanlıklar yüzünden ölü gibi olan beden lâ ilahe illallah diyerek dini tutulur. (4)
“ Lâ ilahe illallah diyerek imanınızı yenileyiniz.”
Biz eğer, bedeni köle olduğu halde ruhu hür olan Bilal-i Habeşi ( r.a ) gibi onca eziyete rağmen “EHAD” diyebilseydik doğmuş ve doğrulmuş kâfirler bize birşey yapamazdı. Savaşta yenilmeyen, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan “Samed” olan Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde olsaydık. Bilal ( r.a ) gibi, işte o zaman içimizdeki Mekke’yi ve Kâbe’yi feth edip dışarıdaki ebreheleri ve putçuları bertaraf ederdik. O zaman bizde Bilal ( r.a ) gibi Kâbe’nin üzerine çıkıp Allah’tan başka ilah olmadığını (S.A.V)’in O’nun kulu ve Resulü olduğunu haykırıp, Allah’ın büyüklüğünü haykırırdık. Bunları gönül Kâbesinde yapamayınca ancak Bilal (r.a)’nın hayatındaki ilk bölümü yaşamaktan öteye gidemiyoruz. Keşke bu yaşantıyıda yerine getirebilseydik. Yaşanılan teh sahne ezilmişlik ve acziyet sahnesi gerisi yok. Bilali Habeşi Hazretlerinin ezilmişliğini yaşıyoruz ama direncini gösteremiyoruz. (5)
Nezamanki lâ ilâhe illallah kelimesini ve altında yatan gerçekleri kabul edip altına imza atarak kavrayıp ve direnerek lâ ilâhe illallah diyip diri kalabilirsek Allah’ın izniyle kurtuluşa erebiliriz.
KAYNAKLAR
1-) Müslim, iman / 22. Hadi. No:16,1/145
2-) Seyyid Kurub ( İslam’da Sosyal Adalet )
3-) Hüseyin k.ece ( İslam’ın Temek Kavramları )
4-) Hüseyin k.ece ( İslam’ın Temek Kavramları )
5-) İbrahim KÜÇÜK (Namaz)